Köşe Yazarları Hüzün Perisi / Muhammet TUNCA
2013-11-21 00:21:31 - Bu haberi 302799 kişi okudu.
Dikkat!!! Başlık sizi yanıltmasın. Kendini beğenmekle hiçbir alakası yok… Sadece yalın haliyle “kendini sevebilmek” veya “kendiyle barışık olabilmek” Konu neden mi bu! Kendinden yıllarca nefret etmiş birisi olarak söyleyebilirim ki kendime küsmemin yıllar içinde bana verdiği sadece mutsuzluk oldu. Önce kendime soruyorum, sonra size; kendinden nefret etmeyle başlayan bir süreçte bir insanın, sevdiklerine ya da çevresindeki herhangi bir şeye en ufak bir faydası dokunabilir mi? Kendinden nefret eden bir insan bir ampul misali bunu çevresine dağıtmaz mı? En önemlisi de buna; hangi koşullar altında olursa olsun hakkı var mı? * * * * Tam böylesi buhranlı günler yaşadığım ve az önceki soruları kendime sorduğum bir anımda; başımı avuçlarımın arasına alıp, ağlamaklı ama sessiz ve cılız bir sesle (hani erkekler ağlamaz ya!!) tek kelimelik olan ve zihnime hapsettiğim cevabı azat ettim. Küçüklüğünüzde ailenizden birileri size hiç masal anlattı mı? Masal dinleyerek büyüyen ayrıcalıklı insanlardan mısınız? Şans kavramı görecelidir elbet, ama masal dinleyerek büyüyen birisi olarak bu konuda kendimi şanslı hissediyorum. Hayatımın çok kısa bir bölümünde de olsa; annemin dizine yatıp, onun anlattığı masalları dinleme, o masallarla hayaller kurup, gerçek huzuru yaşama şansına eriştim. Ta ki televizyon denen kitle iletişimsizlik aracı evinizin baş köşesinin sahibi olana dek. Evvelinde, komşularımızda ağzımız bir karış açık televizyon izlediğimiz dönem bitip artık kendi televizyonumuza kavuştuğumuz ve belki de bizim için milat sayılacak o talihsiz döneme girme bedbahtlığına eriştiğimiz andan itibaren masal kavramının yavaş yavaş da olsa evimizi terk etmeye başlaması, birbirini izleyen bir süreci oluşturdu. Televizyona karşı bir tavır olarak algılanmamalı tabi ama televizyonun, aile bireyleri arasına görünmez bir iletişim engeli koyduğu herkesçe kabul edilir sanırım. Televizyonun hayatlarımıza girmesiyle beraber evlerimizde birbirimizle daha az konuştuğumuzu, zamanımızın büyük bölümünü onun başında geçirdiğimizi ve ailevi sorumluluklarımızı daha az hatırlayıp, dizi saatlerini daha çok önemsediğimiz dönemlerden geçtiğimizi unutmamak gerek. Hayatımızın parçası olmalı mı? Evet olmalı, ama bizim ona biçtiğimiz bu tür bir değerle değil. ***** Yukarıdaki gibi bir yazı hala güncelliğini korusa da artık en az on yıl öncesinde kaldığı aşikâr. Neden mi? çünkü televizyon misyonunu tamamladı ve yerini; varisi olan internete bıraktı. İnternet üzerine konduğu mirası maalesef olumsuz yönde büyüttü, büyüttü, büyüttü ve asıl konumuz olan; masalların, masal anlatan insanların ve masal dinlemeye istekli olabilecek dinleyici kitlesinin zamanla yok olmasına, bir nevi neslinin tükenmesine sebep oldu ve olmakta. Bu denli kötümser olmamak gerek tabi. Sonuçta zamanında televizyonu ve şimdilerde de interneti gerçek amacına uygun kullanan insanlar her zaman var oldu ancak hiçbir konuda yeterince bilinçli davranamayan bizler için her zaman azınlık olmaya mahkûm kaldılar. Tekrar televizyonun ve internetin olmadığı o dönemlere geri gelirsek o dönemler, sosyal hayat için gerçektende çok kötü dönemler miydi? Kuşkusuz televizyonun ve internetin olmadığı dönemleri bilmeyen kuşaklar için çok ilkel kalabilir ama o günlerin tadı ve güzelliği şu anda var mı dersiniz? Şahsım adına yergiyle yaklaştığım ve hiçbir zaman kabullenemediğim bir söz vardır.“Eskiye rağbet olsa, bitpazarına nur yağardı.” Diye. Bana, popüler kültürün bir uydurması gibi gelen bu söz geçmişimizi unutmaya bizi teşvik ediyor gibi. Oysa masal örneğinden yola çıkarsak; masallar kişiyi -ki bu kişi tabiri öncelikle çocukları ilgilendiriyor- her zaman hayal kurmaya teşvik etmiş ve zihin gelişimini olumlu yönde etkilemiştir. Masallar çocuk oyunlarıyla birleşip çocukların sosyalleşmelerini sağlamıştır…….vesaire. Gelişelim ilerleyelim tabii ama eski günlerimizi, nerden geldiğimizi unutmayarak, ona sahip çıkarak ve geçmişimizi yaşatarak gelişelim. Bir zaman makinesi, yada geleceğe dönüş filmindeki Dr. Emmett Brown’un ki gibi bir aracım olsa yapacağım ilk iş, annemin bana masal anlattığı o güzel günlere geri dönmek olurdu. Bu mümkün değil elbet ama size bir masal anlatarak o günleri yâd edelim isterseniz. Masalımızın adı; yazımızın başlığındaki gibi “Hüzün Perisi”. Bu masal tamamıyla bana ait ve her masalda olduğu gibi gerçek dışı; olaylar ve yerler tamamıyla hayal ürünü. Annemin dizinde hayranlıkla dinlediğim ve gerçek olabileceğine gerçekten inandığım o masallar kadar da gerçek. Sürç-ü Lisan edersek de af ola…. Hüzün Perisi “Evvel zaman içinde, kalbur saman için de, develer tellal iken, pireler berber iken, ben annemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken… Bu söylediğimi tekrar ede ede şarkılar söyleyen, bu şarkılarla güzel güzel oyunlar oynayan sevimli çocukların yaşadığı bir ülke varmış. Ülkenin tam ortasında, her türden, her cinsten canlıların yaşadığı bir de orman varmış. Ormanın da tam ortasında hüzün perilerinin yaşadığı bir minicik ülke varmış. Öyle ya periler ufacık olurlarmış. Bir arının ki kadar ufak kanatları, bir ateşböceğinin ki kadar parlak ışıkları olurmuş. Zaten ateşböcekleri de bu perilere özenip ışık saçmaya, parıldamaya başlamışlar. Bu ülkedeki her çocuk Hüzün Perileri’ni hikayelerini bilirmiş. Çünkü hüzün perileri ile bu ülkedeki çocukların kaderleri birbirlerine sımsıkı bağlıymış. Bunun nasıl olduğunu anlatayım isterseniz. Bir çocuk anne karnından çıkma vakti gelince, ebe anneler, hemen yardıma gelir çocukların sağlıklı bir şekilde doğmasını sağlarmış. Bebek doğduğu anda güzelce nefes alsın diye ebe anneler bebeklerin poposuna azıcık vururlarmış. Ama o kadar nazik ve sevgiyle vururlarmış ki bu sevgi, bebeklerin annelerinin de sevgisiyle birleşip bebeğin mutluluktan ağlamasını sağlarmış. Bebekler ilk defa ağladıklarında mutluluktan ağladıkları için; periler ülkesinde de her bir bebek için bir peri doğarmış. Bu periler, güneşin en zarif ışığında doğarlarmış. Bu ışığı toplamakla görevli olan periler varmış ve her sabah gün ağarırken, dünyaya ilk gelen ışıkları toplar minik şişelerine doldurup, şişelerin ağızlarını kapatıp getirirler ve her bebek dünyaya geldiğinde şişenin kapağını açıp minik ve güzeller güzeli perilerin gün ışığıyla doğmalarını sağlarlarmış. Hüzün perileri doğdukları andan itibaren, adına doğdukları bebekler büyüyüp de kendi başlarına kendi işlerini yapmaya başlayana kadar onların hizmetinde olurlarmış. Çocuklar Hüzün perilerini hiç göremezlermiş, çünkü hüzün perileri çok ufak olduğundan çok kolay saklanabiliyorlarmış. Hüzün perilerinin görevine gelince; Hüzün perilerinin bir tek görevi varmış. Bu görev; hangi çocuk için doğdularsa, görev süreleri bitene kadar çocuklar her ağladıklarında, minik çocukların minicik gözyaşları dökülmeye başlayınca o göz yaşlarını toplayıp, kendi doğdukları şişeye doldurmak ve çocuklar daha fazla ağlamasınlar diye onların yerine ağlamakmış. Bu sayede çocukların uzun süre ağlamalarına engel olup çocukların hep mutlu kalmasını sağlıyorlarmış. Çocuklar da her ne sebeple olursa olsun ağlamaya başladıklarında çabucak ağlamalarını durdurup güle oynaya hayatlarına devam ediyorlarmış. Bu perilerin görevi çocukların gözyaşlarına sahip çıkıp onların yerine ağlamak olduğu için de bu perilere “Hüzün Perisi” ismi verilmiş. Yalnız kurallar gereği, her bir hüzün perisi, görevi bittiği gün çocukların gözyaşlarını doldurdukları şişelerini hiç kimsenin bilmediği ve asla bulamayacağı bir yere saklaması gerekiyormuş ve o andan itibaren sürecek olan kısacık hayatında bunu hiç kimseye anlatmaması gerekiyormuş. Bir gözyaşı şişesini, gözyaşlarının sahibi olan çocuk bulduğunda bu bir felaket olabilirmiş. Günlerden bir gün sevimli bir erkek çocuk annesiyle beraber pazarda dolaşırlarken çocuk annesinin sözünü dinlemeyip kalabalığın içinde kaybolmuş. Annesini kaybetmiş. Gel zaman git zaman derken annesini bulamayan çocuk başlamış ağlamaya. Çocuk için görevlendirilmiş, çocuk için doğmuş olan hüzün perisi hemen işe koyulmuş bir yandan gözyaşlarını toplamaya çalışıyor, bir yandan da büyük bir üzüntüyle ağlıyormuş. Bütün bunları yaparken de görünmemek için büyük çaba sarf ediyormuş. Lakin doğumlarında anne sevgisi olan bu periler anne sevgisi olmadığında çok yorgun düşüyorlarmış. Minik çocuk annesini kaybettiği ve onu bir daha hiç göremeyeceğini sandığı için minik Hüzün Perisi çok bitkin düşmüş. Kendisinde saklanacak kadar bile güç bulamamış ve ağlayan çocuğun tam önünde son gücüyle parlamış ve zarif ışığı sönüvermiş. Minik çocuk ağlarken bu parıldamayı görmüş. Görünce de biraz korkmuş, biraz meraklanmış. Ağlamayı bırakmış. Ağlaması kesilince minik Hüzün Perisi’nin ışığı tekrar parıldamış. Sönen ışığı arayan çocuk ışık tekrar parlayınca minik Hüzün Perisi’ni görüvermiş. Kendine gelmeye çalışan minik peri bu durumu fark edememiş. fark ettiğinde ise iş işten çoktan geçmiş. Kendisini çocuğun avuçları içinde buluvermiş. Başlangıçta periyi bir ateşböceği sanan çocuk, yakından ve dikkatle baktığında bu parıldayan şeyin ateşböceği olmadığını, bir Hüzün Perisi olduğunu anlamış. Annesinden defalarca dinlediği Hüzün Perisi hikayeleri aklına gelmiş. Annesi, hikayeyi her anlattığında Hüzün perilerini hiçbir çocuğun göremeyeceğini söylermiş ama bir hüzün perisi şimdi bu minik çocuğun avuçlarının arasındaymış. İçinde farklı bir sevinç yaşamış. Annesini kaybettiğini tamamen unutup peri ile ilgilenmeye başlamış. Peri hakkında her şeyi öğrenmeye kararlı olan çocuk avcunu göz hizasına kadar kaldırıp, kendisinden korkmuş olan periye “korkmana gerek yok, bana siz perilerden bahset, sizinle ilgili her şeyi öğrenmek istiyorum.” demiş. Peri bunun, peri ülkesi kurallarına aykırı olduğunu anlatmaya çalışsa da bir türlü başaramamış. Sonunda her şeyi anlatmış. Anlatmış anlatmasına da; gözyaşı şişesinden bahsetmemiş olsaymış pek güzel olacakmış. Perinin tüm anlattıklarının içinden çocuğun ilgisini sadece bu gözyaşı şişesi çekmiş. Çocuk periden şişeyi istemiş. Peri bunun kötü bir fikir olduğunu, bunu yapamayacağını söylemiş ama nafile çocuk inatçı bir çocukmuş. Perideki gözyaşı şişesini zorla bulup almış. Başlangıçta perinin kendisi kadar küçük olan şişe çocuğun avucuna sığacak kadar büyüyüvermiş. Çocuk bunun içindekinin kendi gözyaşı olduğuna inanmamış. Açıp bakmaya karar vermiş. Şişenin kapağını açmış, şişenin ağzını önce koklamış sonra şişenin içine tek gözüyle bakmaya çalışmış derken; şişe çocuğun elinden kayıvermiş. Elinden kaydığı gibi yere düşüp paramparça olmuş. Şişenin içindeki gözyaşları yere dağılmış ve toprağın içinde kaybolmuş. Bunun üzerine ülkedeki Hüzün Perileri’nin her biri aniden ve hızlı bir şekilde normalinden fazla parlamaya başlamış. Parlamış, parlamış, parlamış ve en sonunda bembeyaz bir buhar olmuş, sönüp kaybolmuş. Peri kanunlarına göre hiçbir çocuğun perileri görmemesin gerekli olma sebebi buymuş. Olur da şişedeki gözyaşları yere dökülürse, bin bir zahmetle onları toplayan minik perilerin var olmak için artık sebepleri kalmayacakmış. Bunun için ise bir tane şişenin kırılması ve o şişedeki gözyaşlarını dağılması yeterli oluyormuş. Böylece minik Hüzün Perileri’nin dönemi kapanmış. Bundan sonra çocuklar eskisi kadar iyi bir çocukluk yaşayamamaya başlamış. Ağlamalar daha uzun sürmeye başlamış. Mutlu olmak daha da zorlaşmış. İnsanlar ellerindeki bu büyük fırsatı yine kendi elleriyle itivermiş. Ama biliyor musun şöyle bir söylenti var…. Eğer bir şeye canınız çok sıkıldığında veya hayat size çok zor ve ağır geldiğinde kendinizi tutamayıp derin ve içten ağladığınızda, bunun ardından hayata sıkı sıkı tekrar tutunabiliyorsanız, mutlu olmayı tekrar başarabiliyorsanız etrafınıza şöyle dikkatlice bir bakın… Bekli de sizin için var olmuş olan ve zarif ışığıyla güzel güzel parıldayan bir hüzün perisi vardır.” IŞIĞINIZ HİÇ SÖNMESİN………………………………………………………. Saygılar… YAZARA AİT DİĞER YAZILAR |
Filiz Çapar Şahin
Cengiz CENGİSİZ
Kamil DAYI
Yasemin ŞENGÖR
Mithat POLAT
2019-11-04 uye_1 2017-12-18 uye_21133 2017-11-03 uye_1 2017-04-11 uye_24471 2017-04-11 uye_24471
Ergende Problem
Davranışlar |
Copyright © Turkpdr.com | 2010 | Bu sitede yer alan içerikler kaynak gösterilmeksizin kopyalanamaz ve yayınlanamaz | Bizimle Çalışmak ister misiniz? |