2013-11-21 00:21:31 - Bu haberi 246935 kişi okudu.
Minik çocuk, okuldan yeni dönmüştü. Çantasını yere koyup, oyuncaklarının başına ya da çizgi film kanallarından herhangi birisinin karşısına geçmek yerine; az önce yere bıraktığı çantasının fermuarına yöneldi. Karmakarışık çantasının içinden neleri aradığını çok iyi biliyordu. Muhtemelen ondan başka hiç kimse, böylesi karışık bir çantanın içinden, aradığı bir şeyi bu kadar hızlı bulamazdı. Ama o çarçabuk buluverdi.
Belli ki bu an için fazlasıyla sabırsızlanmış ve uzunca bir süre bu anı beklemişti. Okulda, özene bezene yaptığı resimlerini üst üste koyup mutfağa, annesinin yanına koştu. Bugün öğretmeni ona kocaman ‘aferin’ler vermiş, resim kağıtlarının üzerine de en sevdiği çizgi film karakterlerinin olduğu etiketler yapıştırmıştı.
Öğretmeni onun neyi sevdiğini çok iyi biliyordu. Bugün onu çok mutlu etmişti. Bunu ve okulda yaptıklarını, birileriyle paylaşması gerekiyordu. Yemek hazırlayan annesinin yanında gururla dikildi.
“Anne… bak…” dedi. Resimlerini bir bir annesine göstermeye çalıştı ama annesi oralı bile olmadı. Minik çocuk, öyle kolayca pes edecek bir çocuk değildi. Israrla annesinin kıyafetlerini çekiştirdi. Annesi daha fazla dayanamadı. Zaten işi başından aşkındı.
“Evet oğlum, ne var?” dedi. Çocuk en baştan sırayla okulda yaptığı resimlerini, aferinlerini ve etiketlerini gösterdi. Annesi sadece “Aferin..” demekle yetindi ve işine geri döndü. Ama minik çocuğun daha anlatacak çok şeyi vardı. Sabahleyin, sınıfa girdiği ilk andan başlayıp günün tamamını, neredeyse dakikası dakikasına anlatmaya koyuldu.
Anlatıyordu anlatmasına ama annesinin ilgisiz kalışı onun heyecanını ve isteğini yavaş yavaş kırdı ve sonunda, “Ama anne, sen beni dinlemiyorsun ki…” dedi. Annesi elindeki tahta çorba kaşığını, tencerenin içine bıraktı ve çocuğunun önünde çömeldi.
“Ama oğlum, sen bütün bunları yaparken ben zaten senin yanındaydım ya…” dedi ve devam etti. “Oğlum, senin öğretmenin benim zaten. Tüm o anlattığın etkinlikleri sınıfta beraber yaptık ya. O etiketleri ben yapıştırdım ya kağıtlarına…” diyerek şefkatli bir serzenişte bulundu.
Minik çocuğun annesi aynı zamanda öğretmeniydi de. Ama minik çocuk anlatma isteğiyle öylesine doluydu ki daha fazla dayanamayıp, biraz da kızgın bir sesle;
“Ama anne, ben okulda yaptıklarımı anlatmalıyım. Eğer sana da anlatamayacaksam ‘kime anlatayım.’ Dedi. Minik çocuk haklıydı. Her çocuğun, bir şekilde anlatmaya ihtiyacı vardı ve o da anlatmaya çalışmıştı başından geçenleri annesine. Annesiyle gün boyu beraber olsalar; yapılan her şeyi beraber yapmış olsalar da anlatmalıydı.
Annesi çömeldiği yerden, asık suratlı çocuğunu kucakladı. Sıkı sıkı bağrına bastı. Bir sandalye çocuğuna, bir sandalye de kendisine çekti. Çocuğunu karşısına alıp, “Anlat yavrum” dedi ve gülümsedi.
Minik çocuk, heyecanını, yürek kıpırtısını tekrar içinde hissetti ve en baştan, hiçbir şey atlamadan tekrar anlatmaya koyuldu. Annesi de sanki ilk defa duyuyormuş gibi meraklı bir yüz ifadesiyle çocuğunu dinledi.
*
Biz yetişkinler, hayatın yoğun akışına kendimizi bazen öylesine kaptırıyoruz ki, miniklerin ihtiyaçlarını sadece kıyafetler, renkli ambalajlarla paketlenmiş çikolatalardan ibaret zannediyoruz maalesef. Üzücü olan bu durumun unutulmasının, eğitimli ya da eğitimsiz; bilinçli ya da bilinçsiz olmamızla bir ilgisinin olmaması.
Çocukların anlatmaya, dinlenilmeye, sevgi sözcüklerine, zannettiğimizden daha fazla ihtiyaçları olduğu gerçeğini, çoğu zaman bilmemize rağmen unutabiliyoruz.
Cümlelerini çoğu zaman tamamlamadan yutan, söyleyeceklerinin sonuna geldiğinde kısacık kestirip atan çocukların; büyükleri tarafından yeterince dinlenmeyen, sözüne kıymet verilmeyen çocuklar oldukları gerçeğini hiç unutmamak gerekiyor.
Anlatmaya çalıştığını dinlemediğimiz her bir çocuğun, yarın bir gün başka insanları dinlemesini beklemek, hatta bizim onlara vermeye çalıştığımız eğitimin amaçlarına uygun yetişmelerini beklemek büyük hayal olur diye düşünüyorum.
Konuştuğu zaman muhatabının bakışlarını üzerinde hissetmeyen kişi bir çocuk dahi olsa, dinlenmediğini hemen anlayacak ve çok ihtiyacı olmasına rağmen anlatma hevesini, heyecanını yitirecektir. Konu çocuklar olunca durumun vahameti doğal olarak da artacaktır.
Ailelerin, çocuklarıyla ilgili en büyük şikayetleri, çoğunlukla çizgi film kanallarına kendilerini kaptırmaları olarak görülüyor ama durup da bu durumun derinlerinde neyin yattığını pek düşünme gereği bile duyulmuyor maalesef. Şikayetlenmek, çözüm arayışında bulunmamak ve suçlayıcı bir şekilde yaklaşmak daha kolay geliyor sanırım.
Çocuklarımızın, bize ihtiyaç duydukları o en önemli vakitlerde, halk tabiriyle “dillenmeye” başladıkları o en hassas zaman diliminde, onları yeterince konuşturuyor, onları yeterince dinliyor muyuz acaba? Bu soruyu kendimize sık sık sormamız gerektiği kanaatindeyim.
Hayat bir şekilde akacaktır. İster yoğun olsun isterse daha sakin. Ama çocuklarımızın bu akışın tazyikinde bizlerden gün gün daha uzaklara savrulmalarında, kişisel hatalarımızın var olduğunu bilmek, önlem alabilmenin de ön koşuludur.
Dinlemeden suçlamak, önlem almadan şikayetlenmek, “Çocuktur, bir şekilde büyür nasıl olsa…” diyerek olaya yaklaşmak, insan fıtratına aykırıdır ve dar kafaların işidir. Ufukları biraz daha genişletmek ve çocuk yetiştirmenin, ne kadar büyük bir sorumluluk, ne kadar önemli bir iş olduğunu artık anlamak gerekir.
Zaten, gün gün yozlaşan kültürel değerlerimizin, tamamen yok olmadan bu durumun önüne geçmek ülkemiz adına çok önemlidir diye düşünüyorum.
-Öğrencilerimize Nasrettin Hoca’nın resmini gösterip hatta fıkralarından bir kaçını anlattığımız halde, “Bu adam kimmiş?” diye sorduğumuzda “Noel Baba” cevabını alıyorsak, çok büyük kayıplar içerisindeyiz demektir-
Eğer çocuklarımızı karşımıza alıp da onlara hikayeler anlatmaz, onların anlatmaya çalıştıklarını dinlemezsek, bizim dışımızdaki her şeye yönelecekleri açıktır.
Bir öğretmen olarak tüm okurlarımıza tavsiyem, çocuklarıyla geçirdikleri zamanın, şu andaki olduğundan en az iki katına çıkarmalarıdır ve bu süreyi kaliteli bir şekilde değerlendirmeleridir. Çocuklarını dikkatle, değer vererek ve ayrıntılarına varana dek dinlemeleridir. (Çocuklarla ilgili küçük zannettiğimiz ayrıntılar; hem onların hem de biz büyüklerin ilerleyen yaşamlarında çok büyük yıkımlara yol açacağını unutmamalıdır.)
Dinledikten sonra da dinlediklerini çocuklarına hissettirmeleridir. Çocuklarınız ilginizi, onlara verdiğiniz değeri iyice sindirsin. Bunun ardından inanın, hem siz ebeveynlerini hem de biz öğretmenlerini daha ilgiyle dinleyecekler; sizleri ve bizleri zor durumlara sokmayacaklardır.
Bu sayede, ‘kime anlatayım?’ soruları gerilerde kalacak, çocuklarımız ruhsal olarak daha sağlıklı bir çocukluk geçireceklerdir.
Saygılar.