2013-11-21 00:21:31 - Bu haberi 371228 kişi okudu.
“Haydi güzelim, ne olur bu sefer doğru olsun. Elimdeki elma ne renk?” Anasınıfının sabırlı öğretmeni, elinde tuttuğu kırmızı elmanın rengini, kırmızıyı öğretmeye çalışıyordu. Bir önceki günde, ondan önceki günde ve bu şekilde sürüp giden iki hafta boyunca olduğu gibi. Çocuk kendinden gayet emin bir şekilde cevabını verdi.
“Yeşil.”
“İyi düşün tatlım, iyi bak elmaya.” Öğretmenin sesi çaresizdi. Çocuk, unuttuğu bir şeyi hatırlamış gibi gülümsedi.
“Buldum öğretmenim.” Öğretmeni bir an umutlandı.
“Buldum öğretmenim, mavi.” Öğretmen bu cevabın karşılığında tamamen tükendi. Doğruldu, derin bir nefes ve kırmızı elmadan kocaman bir ısırık aldı, öfkesini gizlemeye çalışarak soluğu öğretmenler odasında aldı.
“Ne oldu Hatice?” Diğer sınıfın öğretmeni Gülay’ın sesiydi bu.
“Olmuyor, bir türlü olmuyor. Ne denediysem olmadı Gülay. Çocuk, kendisini tamamen kapatmış durumda. Neyi yanlış yapıyorum bir türlü anlayamıyorum. Bittim vallahi. Bir kırmızı renk yaa.”
“Elif mi yine?” Cevabı bilinen bir soruydu bu.
“Evet yaa.”
“Bir de ben deneyeyim mi?” Bir yardım teklifi. Arayıp da bulamayacak bir teklif. Reddetmek büyük ayıp olurdu. Hem de bir kurtuluş olurdu belki. Biraz, istemem yan cebime koy şeklinde bir karşılık geldi Gülay’ın bu güzel teklifine.
“Aman bırak hayatım. Uğraşmaya değmez. Sinir olursun valla. Yazık sana.”
“Olsun, ben yine de bir deneyeyim.”
“Sen bilirsin. Ben bir papatya çayı hazırlayayım sana. Birazdan altüst olacak sinirlerine iyi gelir.”
Gülay, her zamanki gülümsemesiyle sınıfa girdi. Elif’i yanına çağırdı.
“Tatlım nasılsın bugün?” utanmıyordu artık Elif. Anasınıfına ilk başladığı günkü gibi değildi. En azından nasıl olduğu sorulunca tek kelimelik bir cevabı vardı artık.
“İyiyim…” ardından tabi ki boş bir bakış. Gülay, Elif’e doğru eğildi ve yanaklarını sıktı, sevimli ama bir o kadar da zor olan bu kız çocuğunun.
“Elifçiğim, öğretmeniniz yüz boyalarınızı istedi de onu almaya geldim. Nereye koyar öğretmeniniz yüz boyalarınızı.” Aslında boyaların yerini biliyordu Gülay. Tek derdi, ortak bir nokta bulmaktı.
Elif, çekmeceli bir dolabı işaret ediyordu. Her bir çekmecesinin üzerinde de çizgi film karakterlerinin çıkartmaları yapıştırılmış olan dört çekmeceli bir dolaptı bu.
“Hadi beraber bulalım, bana yardım eder misin?” malzeme çekmeceleri özeldi. Sadece öğretmenin dokunabildiği, gizemli bir sandık gibi, değerli. Bu tür bir istek geri çevrilmezdi. Hele bir de öğretmen tarafından önerilen bir teklif ise. Gülay, Elif’in elinden tuttu ve çekmecenin önüne geldiler. Elif, boyunun hizasındaki en üst çekmeceyi açtı ve Gülay’a baktı.
“Burada mı yüz boyası… Aaa buradaymış. Yaramazlar saklanmışlar. söbeleyelim onları.”dedi ve yüz boyalarını çekmeceden aldı Gülay. Boyaları göz hizasına kadar yaklaştırıp.
“En sevdiğim renk de burdaymııış. Kırmızıııııı.” Dedi ve bir beşlik istedi Elif’ten. Yüzünde gülücüğüyle minik kız bir beşlik çaktı.
“Sana nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyorum tatlım.” Dedi bu sefer Gülay. “Buldum…”diye de ekledi. “Yüzlerimize, güzel kırmızı birer kalp yapacağız ve birbirimizin kırmızı kalplerini öpeceğiz, olur mu?”
Daha da tatlı bir gülümseme yerleşti Elif’in suratına ve onaylar şekilde basını salladı. Gülay,
“Önce sen.” Dedi Elif’e ve kırmızı boyayı verip yanağını uzattı.
“Haydi, güzel, kırmızı bir kalp yap bakalım” dedi. Elif, zor bir eseri yapmaya girişen sanatçı edasıyla, zihnindeki kalbi yapmaya başladı ve birkaç dakikada sanat eserini tamamladı. Sıra Gülay’a geldi. Üzerine basa basa
“Sana, mükemmel kırmızı bir kalp yapıyoruuuum. Unutma, kırmızı bir kalp.” Dedi ve hemen işe koyuldu. Elif’in sarf ettiği süreyi aşmamaya dikkat ederek kırmızı bir kalp çizdi. Sıra kalpleri öpmeye gelince Gülay sıra kavgasına girişmiş gibi bir sesle,
“Önce ben, senin kırmızı kalbini öpeceğim, ona göre.”dedi ve kocaman bir öpücükle Elif’in yanağındaki kalbi öptü. Sıra Elif’e gelince, Gülay’ı kıskandıracak kocaman bir öpücük geldi. Gülay’ın boynuna sıkı sıkı asılıp, kocaman bir öpücüğü konduruverdi Elif.
Gülay teşekkür etti Elif’e. Yanaklarını tekrar sıktı ve elinde yüz boyalarıyla sınıftan çıkarken bir şey unutmuş gibi aniden arkasını döndü ve
“Elifçiğim, yanaklarımıza çizdiğimiz kalpler ne renkti tatlım?” diye soruverdi. Minik kız, kendisinden oldukça emin bir şekilde bağırdı;
“Sarı öğretmenim.” Gülay için söyleyecek bir şey kalmamıştı. Kafasını hafifçe yana eğip, gülümsemekle yetindi ve sınıftan çıktı. Henüz zamanı gelmemişti ve ne yapılsa boştu. En azından şimdilik.
Öğretmenler odasında Hatice, sırıtarak bekliyordu. Elinde hazır bir fincan papatya çayı.
“Olmadı demi.”
“Olmadı maalesef, bence zamanı gelmemiş henüz. Akışına bırakalım.
*
İşte böyledir öğretmenlik, hele de anasınıfı öğretmenliği, hele de kırsal bölgede anasınıfı öğretmenliği. Çocuklarla ilgili her türlü araştırmayı yapsanız da; olası sorunları belirlemeye çalışıp ona göre önlemler almaya çalışsanız da ve her türlü tekniği deneseniz de bazen zamanı gelmediyse olmaz maalesef.
Bütün bunlara rağmen azmedip yeni yollar dener dururlar. Bu yüzden öğretmenlerimiz bir nevi sabır taşı gibidirler. Zaman zaman sabır taşları da çatlamanın eşiğinden döner ama azmetmekten hiç vazgeçmezler.
*
Öğrencilerinin yaş grupları iyiden iyiye küçülen anasınıfı öğretmenlerimiz başta olmak üzere, tüm öğretmenlerimize sonsuz sabırlar; öğrencilerine de sonsuz anlayış ve basiret diliyorum.